Geçen yaz bisikletim, klarnetim, çadırım ve ben Ege’ye doğru yola çıktım. Başlangıç noktası olarak Datça’yı seçmiştim, bu yüzden bisikleti oraya kadar otobüsle götürecektim. Şehirlerarası otobüste bisiklet taşınır mı, taşınmalı mı, ücret alınmalı mı yoksa yolcu bagaj hakkı olarak mı değerlendirilmeli? Gördüm ki muavinlerin aklı epey karışık. Bisikleti görünce bir değişik hallere giriyorlar. “Bisiklet mi yüklenecek? Nereye gidiyor bu? Datça mı? Daha Gebze Otogarı’na da uğrayacağız, ya nasıl yapsak… Alamayız bunu… Kargoya girer bu…”
Ya abi, bisikletin direksiyonunu düzleyince incecik oluyor, bir valizden az yer kaplıyor. Ne demek alamayız? Mırın kırın ettiler, “Peki, teker çıkıyor mu? Tekerini çıkarın,” dediler. Ya abi, teker çıkarma, boydan sığmayınca binek araç bagajı için yapılan bir şey… Neden çıkarayım tekeri? Tutturdular, o teker çıkacak da çıkacak. Sabır… Bir anda kaptım bisikleti, girdim bagaja, ittim, çektim, yerleştirdim. İple de bir güzel bağladım, şöyle sıkı sıkı. Muavinle yazıhane görevlisi sanki olayla hiç alakaları yokmuş gibi elini bile sürmedi. Böyle inşaat izleyen dayılar gibi beni izlediler. Hatta “Az daha ileri it, ipi arkadan da geçir,” falan diye direktif bile veriyorlar. Neyse, bisiklet otobüse girdi ya, keyfim yerinde. Sıkıntı çıkarmıyorum, zaten tatile gidiyorum, neden kendimi gereyim?
Bagaja girince bir değişik hissettim kendimi, sanki işin mutfağını görmüş gibi. Hani bir arkadaş dükkânı beş dakikalığına sana emanet eder de sen de müşterilerin karşısında sanki dükkânın kurucu ortağı gibi sorumlu hissedersin ya, öyle mağrur… Baktım, diğer yolcular da harala gürele arasında beklediler, huzursuzlandılar. Elinde valiz bekleyen bir amcayla göz göze geldik. Amcanın beni yolcu değil de otobüs firması çalışanı zannettiğine yemin edebilirim ama ispatlayamam. Ben de bir anda, “Ver amca, sen de valizi,” dedim, aldım attım içeri. Bir baktım, yandan başkası da uzatıyor. Kendimi kaptırdım, onu da atacağım ki muavin girdi araya: “Abi, sen in, tamam, gerisini biz hallederiz,” dedi. Bagajdan inerken üzüldüm resmen. Onu da atsaydım… Hem beni yolculara karşı neden rencide ediyorsunuz?
Bisiklet harika bir ulaşım aracı. Hem spor yapıyorsun, hem keyifli, hem de çevre dostu. Belediyeler bisiklet kullanımını teşvik etmek için toplu taşımalara kabul ediyor. Avrupa’da bisiklet yolları yapmak belediyeciliğin olmazsa olmazı. Bir şehrin gelişmişlik düzeyi, kaç kilometre bisiklet yolu olduğu ile ölçülür. Mesela, Hollanda Başbakanı çoğunlukla işe bisikletle gidiyormuş. Nereden biliyoruz? Çünkü bizim ülkemizde haber niteliği taşıyor bu durum. Bizim reis kendi ülkesini geçtim, başkasının ülkesinde bile konvoyla geziyor. Ne bisikleti?
Bizim politikacıları bisiklet üzerinde göremezsiniz. Spor yapmıyor değiller; mesela Binali Yıldırım voleybol oynuyor. Ama bisiklet çocuk işi gibi görülüyor burada. Hafif ılıklık gibi. Hiç bisiklet süren ağır abi olur mu?
Bir gün bir restoranın önüne bisikleti koydum. Kapıya yakın oturayım da gözümün önünde olsun istiyorum. İlk başta beni gayet nazik karşılayan garson, “Hoş geldiniz efendim, lütfen buyurun,” dedi. Ben de, “Bisikletimin gözümün önünde olacağı bir masaya oturabilir miyim?” dedim. Bisikletli olduğumu gören garsonun üslubu bir anda değişti: “Geç abicim, şöyle otur, bir şey olmaz bisikletine.” Beyfendiden bir anda abicime düştük. “Siz’den sen’e evrildik.
Ne alırsın? Menü yok mu? Menü mü? Ben kim köpeğim de bisikletle kebapçıya gitme hadsizliğinde bulunuyorum? Zaten olmuş bir Adana 300 lira. Bir tatlı yesen, bir çorba içsen 500’lük oluyorsun. Kebapçı müşteri profili değişti. İçeri oto galerici olmayanı almıyorlar artık.
Benim bisikletim elektrikli hem. Onun da motoru var ama kimse ciddiye almıyor. Hor görüyorlar. Al işte, bir gün bir restorana oturduk bir arkadaşımla. Ön bahçedeyiz. Masaya yakın priz var, biz yemek yerken şarj olsun diye bisikleti masanın yanına aldım. Hemen içeriden yetkili bir abi geldi ve “Yalnız o bisiklet orada olmaz,” dedi. “Neden?” dedim. “Müşteriler rahatsız olur,” dedi. “Kim rahatsız oluyor? Geliş geçişi engellemiyor. Bisiklet kimi ne şekilde rahatsız edebilir ki?” dedim. Adam, “Ya abicim uzatma,” der gibi bakarak, “Dükkânın ortasında bisiklet olur mu hiç?” dedi.
Bisikletten rahatsız olan bir müşteri fantezisi yaratmışlar kafalarında. Müşteri: “Bisiklet var burada, ben bisiklet olan yerde yemek yiyemem, kalk gidelim.” Bisiklet giren yere melekler girmez. İnanmıyorsan da saygı duyacaksın; yüzde 99’u içten yanmalı motorlara inanan bir ülkede yaşıyorsun…
Bisikletten rahatsız olan garson, birazdan molaya çıktı ve restoranın ortalık yerinde çay sigara yaktı. Müşteriler yemek yerken. Müşterileri rahat ettirmek için elinden geleni yaptı tabii… Mola onun da hakkı.
Ben çocukken hatırlıyorum, şehirlerarası otobüslerde sigara içmek yasak değildi. Yol boyu içildiği gibi, molada da içiliyordu. Molada otobüste sigara içmeye bir ara vermiş oluyorlardı sadece. Mola bitince herkes yerine geçmişken yine yakılırdı, sonra kokuyu alan diğerleri de yakardı. Eğer sen de yakmazsan boğulursun zaten. Başkasının sigara kokusunu, sigara yakarak bastırmaya çalışıyordu insanlar.
O zamanlar otobüse bisiklet konuyor muydu bilmiyorum ama koyun yüklendiğini gördüm bir yolculukta. Kurban Bayramı’nda Boyabat’a gidiyoruz. Yol uzamış da uzamış. Vezirköprü’deyiz. Boyabat’a yirmi dakika falan. Yirmi dakikayı koyun yüklemeye harcadılar. E tabii duba yok, rampa yok, hayvan korkuyor, girmiyor. Neyse, zar zor soktular, yola devam edebildik.
İlk Yorumu Siz Yapın